Karakter Betimlemeli Kurmaca Hikaye Nasıl Yazılır? Senaryo Teknikleri #1

  Herkese Merhaba. Adım Tolga. Çanakkale On sekiz Mart Üniversitesi'nde (ÇOMÜ) radyo, televizyon ve sinema bölümü öğrencisiyim. Okuldan ve okul dışı öğrendiğim bilgiler ile senaryo yazma teknikleri üzerine bir seri başlatmak istedim. Ne kadar profesyonel bir senarist olmasam da benimle birlikte senaryo yazmayı öğrenmek isteyen insanlara yardımcı ve destek olmak adına, senaryo dersimde ''Karakter betimlemeli kurmaca hikaye yazma'' ödevi olarak hazırladığım çalışmayı sizlere sunmak istedim. Ödevin kriterlerini fiziksel ve içsel şekilde karakterin betimlenmesi olarak özetleyebilirim. Umarım sizlerin de hoşuna gider.

11 Dakika 13 Metrekare

  Suratındaki bıkkınlık ifadesiyle sigara paketine doğru uzandı. Enerjisinin olmadığı paketi sallayışından belliydi. Sanki isteksizce yapılan bir iş gibi, isteksizce sigarasını yaktı. Hiçbir zaman sığamadığı yatağına sırt üstü yattı. Zaten iki metre birinin o yatağa sığması beklenemezdi. Ters bir şekilde balkon kapısına bakmaya başladı. Belki de odasından bile eski olan antika küllüğüne uzandı. Masasındaki pislik ve kaosa rağmen o küllüğün yeri hiçbir zaman değişmezdi. Küllüğü, karnının üstüne koydu. Bir an için gözü, odanın eski ve güçsüz lambasına kaydı. Verdiği ışık ve elektrik bağlantılarıyla oldukça eski ve güçsüz bir lambaydı. Her gün en az bir kez ‘Acaba o lamba ne zaman masama düşecek ve ev sahibiyle kavga edeceğim.’ Diye düşünmekten alıkoyamıyordu kendini. Gözlerini devirerek tekrar balkondan dışarıya bakacakken gözü, masmavi duvarlarındaki tek küçük kırmızı boya lekesine ilişti. Babasıyla birlikte odasını boyadığı ilk günü düşünmeye başladı. Merdivene pek ihtiyacı yoktu. Upuzun boyu ve ince becerikli elleriyle odanın her yerini çok hızlı bir şekilde boyayabilirdi. Yine de babası pek uzun sayılmazdı. Belli ki babası, kendisi için getirmişti merdiveni. Fırçayı, boyanın içine soktu. Çorba karıştırırcasına birkaç kez fırçasını… Yatmaktan vazgeçip sırtını duvara yasladı. Tam sigarasından bir duman daha alacakken bu sefer odasındaki tek tabloyu gördü. Bu tablo onun değildi. Onun hayatıyla hiçbir alakası yoktu. Kimin olduğunu, hangi kiracıdan kaldığını bile bilmiyordu. Tabloya uzun uzun baktı. Kafasının üzerinde sepet tutan iki Afrikalı kadın, batmakta olan güneşe bakıyordu. Tolga, dikkati çabuk dağılan birisiydi. O yüzden o tablonun da üzerinde fazla durmadı. Bakımsızlıktan tahtaları çürüyen dolaplarına daldı bu kez gözü. O tahtaları toplayıp dolaba dönüştürdüğü günü düşünmeye başladı. ‘Belki de bir şeyler yapabiliyorum.’ Dercesine baktı dolaplarına. Çünkü yirmi üç yıllık hayatında bir gün ölüp gitse arkasında sadece iki dolap bırakabilecekti. Film yapmak isteyen biriydi. Dolap yapma işini hep küçümserdi. O dolaplar, Tolga’nın lisedeki bir proje ödeviydi sadece. Meslek bölümü öğretmeni Müslüm, bu dolapları yapmasını istemişti. Önce baştan savma eciş bücüş bir dolap yaptı. Gerçekten de ihtiyacınızı karşılardı bu dolap. Ne var ki dolap pek hoş görünmüyordu. Dolabı bitirip Müslüm öğretmenine gösterdi. İçinden ‘Neden hala bön bön dolaba bakıyorsun ki? Ver bana elli puanımı buradan gideyim.’ Dercesine bakışlarla Müslüm öğretmenine baktı. Hiç beklemediği bir sakinlikle Müslüm öğretmeni, Tolga’ya sadece şunu söyledi. ‘Yapabileceğinin en iyisi bu mu?’ Bu lafı Tolga’yı aşağılamak veya küçümsemek için söylememişti. Gerçekten merak ediyordu belki de. ‘Yapabileceğinin en iyisi bu mu?’ İlk önce, ‘Evet, en iyisi bu. Artık elli puanımı verecek misin?’ diye geçirdi içinden. Birkaç gün sonra kafasına dank etmişti. Önce internetten bilgi topladı. Sonra ceviz ağacından yapmaya karar verdi dolabını. Tam ona göre olan muhteşem ceviz ağacını, tam olarak bir ay boyunca aradı. Gördüğü anda anlayacağını düşünüyordu. Ceviz ağacını büyük bir incelikle işledi. Mükemmel bir dolap görüntüsü için tam iki gece boyunca o dolapları zımparaladı. Son derece pahalı, özel tasarım dolaplardan hiçbir farkları yoktu. Hayata atılacağını düşündüğü, üniversite evinin olmazsa olmaz parçaları olarak ilk onları getirmişti ailesinin evinden. Ceviz ağacından yapılmış iki dolap. Böyle söylemek bile yeterince prestijli gelmiyordu ona. Sigarasından bir nefes daha aldı. Dolapları düşünürken ne kadar duygusal anlar yaşadıysa, dalgınlığı yine üzerindeydi. Sigara dumanını, parlak kahverengi gözlerine üfledi. Göze kaçan dumanın acısını bilirsiniz. Sigara dumanı gözünüze kaçtığı anda, sigarayı bırakmak istersiniz. Lanet edersiniz içtiğiniz sigaraya. Gözünüz, yavaş yavaş tekrar görebildiği an ise çok aç kaldığınız bir gün oturduğunuz yerden fırlayıp ayağa kalkmak gibidir. Görüntü, çok yavaş bir şekilde beyine yüklenir. Toplayarak uyuduğu saçları bozulmuş ve ona rahatsızlık vermeye başlamış olsa gerek, ağzında sigara ile yerinden kalkıp banyoya gitti. Saçlarını toplamadan önce o pis ve aciz haline uzunca baktı. Bir duman daha aldı sigarasından. Saç tokasını, her zamanki gibi çekiştirerek açtı. Tokayı eline aldı ve tokanın üzerindeki ölmüş sarı uzun saçlarına baktı. Morali iyice bozulmuştu. Mutfağa doğru gitti. Kulpu kırık kahve bardağını aradı. Mutfak dolabından bardağını çıkardı. Buz dolabından da tekel bayisinden almış olduğu ucuz kahve likörünü çıkardı. Bardağını doldurup tekrar odasına gitti. Akşamüstü olduğundan odaya girdiği gibi ışığı açmak üzere eli sol tarafta düğmeyi aradı. Bir anda düğmenin sağ tarafta kapının bitiminde olduğu aklına geldi. Yine, yaşadığı odaya lanet edercesine bastı düğmeye. Cılız, beyaz bir ışık vurdu odaya. Bir deri bir kemik vücudu ile elinde kahve bardağı tutan bir hayaleti andırıyordu. Zaten beyaz tenli olan Tolga, kemoterapi ilaçları ve uykusuzluk ile daha da bembeyaz görünüyordu. Sigarasını antika küllüğünde söndürüp likörünü masaya bıraktı.
  Tekrar banyoya girip plastik dolabının çekmecelerini kurcaladı. Tıraş makinesini buruk bir ifade ile eline aldı. Vücudunda sevdiği tek fiziksel şey uzun parlak sarı saçlarıydı. Öyle çok seviyordu ki. Evindeki tüm dağınıklık ve pisliğe rağmen saçlarına özenle bakıldığı beş metre öteden belli oluyordu. Saçlarına veda edercesine son kez taradı. Gözlerinden akan damla damla yaşlar, kafasından düşen saçlarla yarışıyordu adeta. Bütün saçlarını kestikten sonra musluğu açıp yüzünü yıkadı. Alnında ve yüzünde duran küçük kıllara aldırmadan odasına gitti. Kahve bardağındaki liköründen bir yudum aldı. Her şeyin eski olduğu bu evde, yepyeni duran tek şey laptopuydu. Tipine ve eşyalarına bakınca bu laptopun çalıntı olduğunu düşünüyordu insan. Hayatındaki en pahalı eşyası, belki de tek mal varlığı bu laptoptu. Laptopun üzerindeki küllere doğru kuvvetlice üfledi. Narin bir şekilde kapağını kaldırıp internete girdi. ‘’Max Richter – On The Nature Of Daylight’’ parçasını açıp bir yudum daha aldı liköründen. Gözlerini kapatıp biraz hayatını düşünmeye başladı. Şirinevler’de attığı ilk adımlar, bindiği ilk bisiklet. Ardından, taşındıkları ve ilkokula başladığı semt olan Beylikdüzü’nü, ilkokul arkadaşları Mert ve Oğuzhan’ı, ortaokuldaki ilk kız arkadaşını, lisede içtiği ilk sigarasını, ilk kez kuzeniyle içtiği alkolünü, tatil için geldiği Çanakkale’yi, saçları, uzun olduğu için liseden ilk kovuluşunu, meslek dersindeki Müslüm öğretmenini, güvendiği ilk kız arkadaşını, ailesinin yanından ilk ayrılışını, ilk kez garsonluk yaptığı yeri ve kan kanseri tanısının konulduğu günü… Sadece düşünmüyor, hepsine tek tek veda ediyordu. Kendini toparlayıp ayağa kalktı. Çamaşır ipini almak üzere balkonun kapısını açtı. Güneş, çoktan veda etmişti Tolga’ya. Akşamın karanlığı, serinliği ve yalnızlığı, ölümün karanlığı, serinliği ve yalnızlığı ile yer değiştiriyordu. Buruşuk ve özensizce yırtılmış olan sigara paketindeki son sigarasına uzandı.
  Ucuz görünümlü çakmağı ile yaktı. Son bir sigara dumanı daha aldı. Yatağının üzerine çıkıp doğalgaz borularına ipi bağladı. İpin diğer ucunu boynundan geçirecek şekilde ayarladı ve tüm yalnızlığını, tüm yaşanmışlığını, tüm umutlarını o küçük odada bıraktı.

Yorumlar